
ABD'nin İran Saldırısı: Barış mı, Savaş Ekonomisi mi? Şok İddia!
Amerikalı uluslararası ilişkiler uzmanı Timothy Hopper'a göre, ABD'nin İran'ın nükleer tesislerine düzenlediği son hava saldırısı, resmi olarak "nükleer tehdidi önleme" ve "barış sağlama" amacıyla açıklansa da, aslında daha derin bir stratejinin parçası. Hopper, bu durumun uzun süredir devam eden "savaşı barış olarak pazarlama" anlayışının yeni bir örneği olduğunu belirtiyor. Peki, bu saldırının ardındaki gerçekler neler? Barış adına yapılan bu eylem, gerçekten barışa hizmet ediyor mu, yoksa farklı çıkarlar mı söz konusu?
Askeri Güç Diplomasinin Yerini mi Aldı?
Hopper'ın değerlendirmesine göre, Washington yönetimi yıllardır dış politikasında askeri müdahaleyi öncelikli araç olarak kullanıyor. Körfez Savaşları'ndan Irak ve Afganistan'a uzanan süreçte "demokrasi" ve "güvenlik" söylemleriyle meşrulaştırılan operasyonlar, çoğu zaman sorunları çözmekten ziyade yönetmeye odaklandı. Hopper'a göre, İran saldırısı da bu geleneğin bir devamı niteliğinde. Bu durum, diplomasinin yerini askeri gücün alması anlamına mı geliyor? Uluslararası ilişkilerde askeri çözümlerin ön plana çıkması, uzun vadede barışa hizmet ediyor mu?
Savaş Ekonomisi mi Kazanıyor?
Analizde, saldırının tıpkı önceki örneklerde olduğu gibi silah endüstrisini güçlendirdiği ve savaş ekonomisini beslediği vurgulanıyor. Hopper, "Bu model istikrar getirmiyor, aksine çatışma döngülerini kalıcı hale getiriyor" ifadesini kullanıyor. Savaş ekonomisi, devletlerin askeri harcamalara öncelik vermesi ve bu durumun ekonomik büyümeyi teşvik etmesi anlamına gelir. Ancak, bu büyüme genellikle sürdürülebilir olmaktan uzak ve çatışma riskini artırıcı bir etkiye sahip. Silah endüstrisinin çıkarları, barışın tesis edilmesinin önüne mi geçiyor?
- Savaş ekonomisi, silah endüstrisini güçlendirir.
- Çatışma döngülerini kalıcı hale getirir.
- Sürdürülebilir bir ekonomik model değildir.
Bölgesel Gerilim ve Misillemeler Artıyor mu?
Hopper'a göre, saldırı Orta Doğu'da barış ihtimalini zayıflatmakla kalmadı, aynı zamanda gerilimi de artırdı. Irak ve Lübnan gibi komşu ülkeler istikrarsızlıktan etkilendi ve Amerika karşıtı duygular yükseldi. Direniş gruplarının güç kazandığına dikkat çeken Hopper, bunun diplomasiye büyük bir darbe vurduğunu belirtiyor. Bölgedeki gerilimin artması, yeni çatışmaların fitilini ateşleyebilir. Misilleme eylemleri, barışın tesis edilmesini daha da zorlaştırabilir.
Timothy Hopper'a göre, "savaş yoluyla barış" anlayışı güvenliği artırmak yerine güvensizliği besliyor. İran saldırısının, tehdidi azaltmak yerine yaydığına dikkat çeken Hopper, bu yaklaşımın diplomasi ve iş birliğinin yerini askeri güce bıraktığını aktarıyor. Uluslararası toplumun bu döngüyü kırması gerektiğini vurgulayan Hopper, gerçek barışın yalnızca çatışmadan kaçınmakla değil; adalet, diyalog ve yapısal reformla mümkün olabileceğini belirtiyor. Aksi halde savaş temelli model hakimiyetini sürdürecek ve barış yalnızca bir hayal olarak kalacak.